Kitap Adı: The Raven King (The Raven Cycle #4)
Yazar: Maggie Stiefvater
Dili: İngilizce
Sayfa Sayısı: 439
Goodreads Puanı: 4.35/5
Benim Puanım: 5/5
Arka Sayfa;
Nothing living is safe. Nothing dead is to be trusted.
For years, Gansey has been on a quest to find a lost king. One by one, he’s drawn others into this quest: Ronan, who steals from dreams; Adam, whose life is no longer his own; Noah, whose life is no longer a lie; and Blue, who loves Gansey… and is certain she is destined to kill him.
Now the endgame has begun. Dreams and nightmares are converging. Love and loss are inseparable. And the quest refuses to be pinned to a path.
Ah, ah! Bir seriye daha veda ediyorumm. The Raven Cycle serisi benim ingilizce okuduğum ilk fantastik seriydi, bu yüzden elbette zorlandım ama yine de akıcı bir şekilde okumayı amaçladım. Serinin dört kitabından ilk üçüne de tam puan vermedim çünkü bir türlü üçü de gözümde tam puanı hak etmedi. İlk üç kitapta bana göre hep kopmalar, üzerinden anlatmalar ve tam istediğim hissi alamama duygusu vardı. Bu yüzden final kitabını mükemmel bulacağımı biliyordum. Final kitabını üç kitaptır beynimi yakan olay örgüsünün sonunda mantıklı bir sonuca varacağı, ana karakterlerden herhangi biri veda edecek mi etmeyecek mi diye soralar aklımda fırıl fırıl dönerken büyük heyecanla okuduğum bir kitap oldu. İlk yarıya kadar tam istediğim gibi değildi. Son kitapta ilk bölümden itibaren olayları açıklamaya başlamasını bekliyordum. Ondan ziyade son yüz elli sayfa merak ettiğim konular hakkında bana bilgi verdi. Son yüz sayfayı resmen nefesimi tutarak okudum. Gelişen olaylar ağzımı açık bırakıp bir süre kapamamı engelledi. Zaten son üç dört bölümde öyle bir ağladım ki.. Ciddi anlamda ana kurguya inanmıyordum, yok canım öyle bir şey olamaz diyordum. Ama Stiefvater sayesinde resmen yanaklarımdaki yaşlar yarışa girdi.
“No homework. I got suspended,” Blue replied.
“Get the fuck out,” Ronan said, but with admiration. “Sargent, you asshole.”
Bu kitapta şimdiye kadar tanıdığımız kalabalık karakter ailesinde herkes az çok yer verilmişti. Bazılarını belki de son kez okuyor olmamız, kurdukları cümleleri benim için daha unutulmaz yaptı. Gansey bölümleri zaten her daim favorim olmuştu. Blue ile aralarında gelişenler falan her ne kadar fakirin karnını doyurmayacak kadar az olsa da gözlerimden kalp çıkarmasını sağladı. Son kitap tahmin ettiğimden daha sade bir dille yazılmıştı. Seride açık ara eleştirebileceğim şey; yazarın çok fazla karakter vs. olay sokup aklınızı bulandırması. Hangisinden kurtulanacak, daha yeni kimler gelecek, neler yapacaklar derken bu kadar çok karakter girip çıkartılmasaydı bence daha net olabilirdi.
“You're asking me to define an abstract concept that no one has managed to explain since time began. You sort of sprang it on me," Gansey said. "Why do we breathe air? Because we love air? Because we don't want to suffocate. Why do we eat? Because we don't want to starve. How do I know I love her? Because I can sleep after I talk to her. Why?”
Son kitaba ayıla bayıla okudum. Gerçekten çok güzeldi. O ağladığım satırların bana nasıl dokunduğunu anlatamam. Karakterleri ne kadar sevdiğimi, bağlandığımı fena şekilde anlamamı sağladı. Ama şunu belirtmeliyim ki bu serideki olay örgüsünün arka planı o kadar karışık ve çok açık bir şekilde belirtilmeye o kadar muhtaç ki, son kitapta her şeyin önümüze koyulmasını bekleyerek hata yapmış oldum. Tam manasıyla istediğim gibi her şey önüme çıkmadı ve itiraf etmeliyim ki bazı konularda hala aklımda soralar mevcut. Ama hata bende mi demeliyim bilemiyorum çünkü Stiefvatar tam anlamıyla seriyi gizemli yazmış. Bu gizemin ucunu hiç bırakmamak için de son kitapta bile ucundan beynimizi yakmak istiyor yine.
“To think you could have been dreaming the cure for cancer," Blue said. "Look, Sargent," Ronan retorted, "I was gonna dream you some eye cream last night since clearly modern medicine's doing jack shit for you, but I nearly had my ass handed to me by a death snake from the fourth circle of dream hell, so you're welcome."
Blue was appropriately touched. "Ah, thanks, man."
"No problem, bro.”
Her neyse dostlar! Anlayacağınız okuduğum en heyecanlı, en mükemmel fantastik serilerden biriydi. İlk kitaptan beri beni yerimden zıplatıp, sayfalarına sımsıkı sarılmamı sağlayan, karakterlerini büyük bir merakla ve aşkla okumamı sağladı her zaman. Ayrıca bir daha bu kadar garip isimler içeren bir seri okuyabileceğimi hiç sanmıyorum. O zaman kısa hüzünlü bir veda edelim. Raven boys'lara takılıp duran ama aslında içten içe her birini seven medyum ablalarımız Persephone ve Calla'ya. Dışarıdan her ne kadar çok derin gibi görünmese de aslında kızı Blue'yu ne kadar sevdiğini tüm samimiyetiyle bize ispatlayan Maura'ya. Kafamın etini yiyen ve anlayana kadar canımı çıkaran Glendower ve Cabeswater harikalarına. Aslında içinde ne kadar yalnız olduğunu bildiğimiz, kendini yavaş yavaş sevdiren, arkadaşları için ölüme bile yürüyebilecek Adam'a. Manyak kuzgunu Chainsaw ile beni güldüren, rüya hırsızı, serseri ruhlu dazlak Ronan'a. Serinin başından beri nedensizce kendisine dair her şeyi sevdiğim ve her bölümü geldiğinde şevkle okuduğum meşhur Jane'imiz Blue,'ya. Ve son olarak da en çok canımı yakan, hakkında her şey spoiler olan, en derinden sevgimi kazanan Gansey'ime. Söyleyebileceğim son şey; seriyi okuyun!